
Röportaj: Ahmet Ayva
Hakların Demokratik Partisi (HDP) üye ve yöneticilerine yönelik 4 Kasım 2016’da başlatılan operasyonlar sonrası binlerce partili gözaltına alınmış ve tutuklanmıştı. Kobani davası olarak bilinen bu davanın ardından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AHİM) kararları olmasına rağmen parti yöneticileri serbest bırakılmazken, üstüne partinin kapatılması talebiyle dava açılmış, son olarak Anayasa Mahkemesi (AYM) HDP’ye savunma yapması için 60 gün süre vermişti. Kapatma davası tartışmaları sürerken, seçimlerde HDP’nin olası kapatılması durumunda hangi parti ile seçime gireceği tartışmaları gündeme gelmiş, son olarak kimi siyasi parti isimleri basına yansımıştı. Olası kapatılma durumunda adı öne çıkan partilerden Yeşil Sol Parti’nin Eş Sözcü Ayşe Erdem ile bu iddia başta olmak üzere gündeme dair birçok konuyu konuştuk.
Başta kuruluşu itibariyle HDK aynı zamanda partileşme sürecinde HDP’nin neredeyse omurgasını oluşturan siyasi bir yapısınız. Fakat bu durum pek görünür değil. Son yıllarda ise özellikle örgütlenme hamleleriniz göze çarpıyor. Bilmeyenler açısından Yeşil Sol Parti’yi biraz tanıyabilir miyiz?
Tabii. Yeşil Sol Parti, HDP’den biraz önce kurulmuş, daha önceki Eşitlik ve Demokrasi Partisi (EDP) ile o dönemki Yeşiller Partisi’nin bir birleşmesinden oluşan bir parti. O süreçte ben Muğla’da, yerelde yaşıyordum ve o süreci hatırlıyorum, EDP ve Yeşiller yerellerde toplantılar yaparak nasıl bir araya gelebiliriz, bu iki fikriyatı, sol sosyalist gelenekten gelen arkadaşlarla, yeşiller, ekoloji mücadelesi veren arkadaşlar nasıl bir arada bir mücadele verebilir gibi soruları tartışıyorladı. Ben o süreçlere katılmadım, bir kaç toplantıya gitmiştim ama ben Yeşil Sol Parti’nin, o zamanki kuruluş adıyla Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin kurucu üyesi oldum, o dönem ilk parti meclisinde yer aldım. Eşitlikçi, cinsiyet özgürlükçü, barıştan yana, ekolojik bir parti olarak kuruldu. Benim için önemli kısmı, ben o sıralarda, özellikle Muğla’da yaşarken ekoloji mücadelesinin önemli mücadelelerden biri haline geleceğini hissettiğim bir dönemdi. O zaman çevre örgütleri diyorduk. Ekoloji mücadelesi, iklim krizi terminolojileri ozaman çok ağzımıda yoktu ama çok fazla çevre örgütü vardı ve şunu fark ediyorduk; o dönemde de iktidarla, devletle bir mücadele içine girmişti bu örgütler ve yeni bir mücadele alanıydı.
Ekoloji mücadelesinin önemli bir mücadele olduğunu fark ettim. Bir de o dönem benim için önemli olan şuydu, kendim neden bu partinin kuruluşunda yer aldığımı söyleyerek anlatmış oluyorum aslında partiyi. O dönem hatırlarsanız çözüm sürecine doğru giden bir dönemdi. Ben Türkiye’nin demokrasisi önündeki en önemli meselenin kürt meselesi olduğuna inanlardan olduğum için Yeşil Sol Parti’nin de programında bu meseleye dair benim için demokratik çözüm, onurlu bir barış perspektifinden öneriler olduğu için ben de bu partiyle birlikte mücadele edebilirim dedim. Kısaca anlatmak gerekirse, kongre kararımızda önce Halkların Demokratik Kongresi’nin daha sonra Halkların Demokratik Partisi’nin bileşeni olma kararı aldık.
Bileşenlik, hem beraber siyaset yürütme aynı zamanda kadroların da biraz HDP kurullarında çalışmasını gerektiren bir hukuk. Dolasıyla biz bu bileşen hukukunu çok önemsedik ve hem merkezi düzeyde hem yerellerde pek çok arkadaşımız HDP’nin kuruluşunda görev aldı, parti kurullarında yer aldı. Biz de böylece ağırlığımızı HDP’ye vermiş olduk. Yerellerde, ilçelerde, illerde siyasetimizi sürdürmekle, örgütlerimizi kurmakla birlikte örgütsel tanınırlığımızı HDP ile birlikte mücadelemizin önüne koymadık. Özellikle Karadeniz gibi bizim görece örgütlü olduğumuz, HDP’nin alana çıkmakta zorlandığı yerlerde, HDP yerine veya HDP ile birlikte ortak mücadele aklımızı örgütledik. Aktif siyaseti her zaman sürdürdük. Dayanışma ve ortak mücadeleyi öncelediğimiz için çok fazla gündem olmamış, ve belki kitlelerce tanınmamış olabiliriz diye düşünüyorum.
Yeşil Sol Parti kuruluşunda hem HDP hem HDK’nin omurgasını oluşturdu. Yeşil Sol Parti için HDK ve HDP neden bu kadar önemli?
Yeşil Sol Parti için değil sadece, HDP ve HDK’nin Türkiye siyaseti için öneminin tespitini yaptık ve bu yüzden bu kadar önemsedik. Türkiye demokrasinin önünü açacak, Kürt Siyasal Hareketi’yle Türkiye Sosyalist Hareketi’ni ve birçok gelenekten bireyleri bir araya getiren çok ciddi bir ittifak olarak gördük. HDK ve HDP’nin Türkiye demokratikleşmesinin önünü açacağını tespit ettik ve bunun için gerekeni, parti olarak elimizden geleni yapmaya gayret ettik.
Kürt sorunu dediğiniz gibi sizin için, Ayşe için çok önemli bir yerde duruyor. Kürt sorunu ülkenin en başat sorunlarından biri. Bu soruna yaklaşımınız ne düzeyde? Ve sorunun çözümünü nerede görüyorsunuz?
Kürt sorunu çok uzun yıllardır Türkiye demokrasisinin önüne geçen bir sorun. Yeşil Sol Parti onurlu bir barış ve Kürt sorununun demokratik çözümü gerekliliğinin tespitini yapar ve bunun için mücadele eder. Bu mücadelenin karakterini belirlerken de açıkça şunu ortaya koyuyoruz. Kürt meselesinin çözümü Kürtlerle birlikte çalışmadan mümkün değildir. Bunun için de Kürt hareketiyle, Kürtlerin kurduğu, öncülük ettiği HDP ve HDK ile beraber çalışmanın önemli olduğunu söylüyoruz.
Kürt sorunun demokratikleşme sorunu olmasını kısaca şöyle tarif etmek isterim. Diyarbakır’da kendi dilinde bir kafe açamasın, kendi dilinde belediyecilik hizmeti yapamasın bir Kürt diye, ben Muğla’da kendi kümesinin kaç metre olacağına karar veremiyorum. Böyle bir yasa yapılmış halde. Yerel yönetimlerin demokratik olmamasının sebebi Kürtlerin kendi kaderini tayin etmesinin önüne geçmektir. Dolayısıyla bu benim de gündelik hayatımı etkiler. Öyle bir kanun yazıyorlar ki, Diyarbakır’da, Şırnak’ta insanlar kendi kararlarını veremesinler, merkezden karar verilsin diye Muğla’da da ben kaç metre kare kendi evimin bahçesinde ne yapabileceğime karar veremez hale geliyorum. Sırf Kürtler karar veremesin diye tüm Türkiye’yi demokratik olmayan bir yerel yönetimle yönetiliyor. Ben Kürt sorununu da kendi hayatımda böyle tanıdım. Yerel yönetimlere çok önem veriyordum ve yaşarken “Allah Allah ben niye buna karar veremiyorum ki” diye düşündüğümde, bu irade gaspının benim için değil, Kürtler kendi kararlarını veremesinler diye yapılmış kanunlar olduğunu gördüm. Ben de politik mücadeleye, bu ülkede Kürt sorunu var demeye böyle başladım.
Daha sonra da çözümü için ne yapılabilir diye bakıldığında, bunun için örgütlü ve hep beraber mücadele gerekiyor, benim de Kürt komşularım var diyerek, meseleyi yok sayarak, biz zaten anlaşıyoruz ne sorun var ki sorun PKK’yle devletin meselesi diyerek bu meselenin çözülmeyeceğini, Türkiye’de bizler gibi insanların da örgütlü olarak bu sorunun çözümünün bir parçası olarak sorumluluğu olduğunu düşünüyoruz.
Türkiye’de çok uzun yıllardır ekolojik tahribat ve yıkım mevcut. Fakat bu durum AKP iktidarıyla daha yıkıcı bir hale geldi. İktidarın doğaya karşı bu fütursuzca yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu iktidarın hakikaten bir rant politikası var. Her iktidarın olur ama bu ülkenin üstüne beton dökme gibi bir politika yürütüyor. İhale iktidarı diyorum ben. Ama bu ülke üzerinde sorduğun için söylüyorum ben. Yoksa tahribat, iklim krizi sadece Türkiye’ye özgü değil bu dünya’da yaşanan temel sorunlardan. Nüfus arttıkça kaynaklar tükendikçe, insanın doğaya tahakkümüyle büyük bir talan yaşanıyor. Bu dönem bence, bu iktidar. Kendi tarafında olmayan her şeye, her tarafa, her gruba saldırıyor. Bakın ekolojistleri geçtim. Toprağını savunan köylüye bile saldırıyor. Bir insan kendi evini hırsıza karşı savunamayacak mı? Yağmaya gelmiş biri için mücadele etmeyecek mi? Bu duruma karşı çıkışı, kendine karşı bir muhalefet olarak görüp saldırıya geçiyor. Kendi halkıyla inatlaşıyor. Biz Yeşil Sol parti olarak, sonuçta bir tek bu iktidarın değil, insanın doğaya açtığı savaşa karşı bir mücadele veriyoruz. Mümkün olduğunca, enerjinin ve kaynakların en uygun bir biçimde dağıtılması için siyaset üretmeye çalışıyoruz. Ama ekoloji mücadelesi ve çözüm önerileri zaman içinde çok değişti ve değişiyor. Biz kurulduğumuzda yaptığımız kimi çözüm önerileri bugün geçerliliğini yitiriyor. Mesela sadece rüzgar ve güneş bize yeter diyorduk, fakat baktık ki, rüzgarla üretilen enerji bile doğaya zarar veriyor. Dolasıyla ekoloji mücadelesi sürekli kendini yenilemek zorunda olan, sürekli yeniyi aramak olan ve aynı zamanda emek mücadelesi ile beraber yürütülmesi gereken çok önemli bir mücadele ve örgütlenme alanı. Mücadele bugün küresel bir boyut almış durumda, ama bizim öncelediğimiz bunun yerellere yansıması, yerellerden yükselmesi. Bugün bir çok noktada olanda budur.
Resmi gazetede yayımlanan kararla zeytinlik alanların madencilik faaliyetlerine açılmasına izin verilmişti. Bunu fırsat bilen şirketler ise hemen zeytin ağaçlarını söküme başladı. Yaşam alanları nasıl bir tehdit altında?
O yasa kişiye özel çıkarılmış bir yasa. Bazı yerleri madenciliğe açmak istiyordu, ve bunu yaptı. Orada zeytinin, elmanın, insanın yaşayıp yaşamadığına bakılarak yazılmış kanunlar, yönetmelikler değil. Bunlar sadece bir şirketin ve şirketlerin talebi karşılığında çıkarılan kararlar. Eskiden farkında değildik, bugün halk bizden daha farkında. Önceden termik santrali bir istihdam alanı olarak görüyordu, hiç sesini çıkarmıyordu. Ne zaman ki kanser olmaya başladı, insanlar yaşamını yitirmeye başladı görülmeye başlandı bu durum. Artı zeytinden para kazanamayacağını anladı, gölgesinde yatamayacağını gördü. Nefesinin kesileceğini hissetti. İşte o anda bu halk mücadele geçti. Bizler bu konuda geç kalmış olabiliriz fakat onların yerel deneyimleri bize öğretiyor. Onlar bize tehdidin herkesi yok edeceğinin uyarısını mücadelesiyle yapıyor. Akbelen’de yaşanan da budur.
Ekoloji mücadelesini emek mücadelesinden ayırmamak lazım dediniz. Yükselen işçi eylemlerini nasıl görmek lazım peki?
Bunu pandemiden bağımsız ele alamayız. Çünkü bu pandeminin en önemli sonuçlarından biri. Bunu pandemiyi olumlamak için söylemiyorum. Dayanışma ruhunu güçlendirdi. Hem örgütlü yapılar için, hem bireyler için ortak söz söyle yetisi gelişti. Elbet bu yeni bir şey değil. Emek mücadelesinin çok eski bir tarihi söz konusu ama pandeminden sonra hızlıca her tarafta başlayan ve üst üste kazanımla sonuçlanan bu eylemler nadir görülür. Bu dönem kaybedecek bir şeyleri olmayan insanların yan yana geldiği bir dönem oldu. Her kazanın bir birini tetikledi ve diğer mücadelenin ortaya çıkmasını sağladı. Bu çoklu kriz içinde örgütlü mücadele vermeden bu kriz içinden çıkılacağını düşünmüyoruz esasen.
AKP- MHP’nin ortak mutabakatıyla yüzde yedilik seçim barajı meclise sunuldu ve Türkiye’de seçim barajı yüzde 7’ye düştü. AKP-MHP bu hamleyi sizce neden yaptı?
Çok konuşulacak bir şey olarak görmemek lazım. Çünkü her şey çok bariz ortada. MHP’nin geçemeyeceği barajı düşürmüş oldular. MHP’yi garanti altına alma operasyonundan başka bir şey değildi bu. Bu iktidar işine gelmese barajı indirmez, tam tersi HDP’nin kaç oyu varsa oraya çıkartır, seçim kazanmamasını sağlardı.
Ülke seçim havasına girmiş durumda ve ittifaklar neredeyse her gün konuşulur durumda. CHP’nin kurduğu ittifakta HDP’nin olmamasını nasıl değerlendirirsiniz?
HDP, İYİ Parti dışında tüm partilerle birebir görüşmeler yapıyor. Üstelik bunu kapalı değil, kamuoyuna açık yapıyor. Bu masa HDP’nin olması gerektiğini düşündüğümüz bir masa değil. Çünkü metinde yayımlandı. O metinde Güçlendirilmiş Parlementer rejim, HDP’nin siyaseti için yeterli bir rejim tarifi değildir. Birçok konuda ortaklaşılabilir, siyasi metinlerinde HDP’nin ortaklaşabileceği yer olur, belki olmuştur. Ama Güçlendirilmiş Parlementer Sistem tarifi ve birçok husus o masada olmamasının nedenlerinden sayılabilir. Zaten HDP başka bir arayışın içinde, bir tek siyasal, seçimle ilgili bir ittifak değil, toplumsal bir ittifak sözüyle yola çıkmış bir parti ve bunun gerekliliklerini de yerine getiriyor. İhtiyacımız olan, altılı masa dışında, sol-sosyalist partilerin bir ittifakı da değil. Bu da yeterli olmayacak. Biz zaten Yeşil-Sol parti olarak sadece sol-sosyalist partilerle sınırlı bir ittifakı doğru bulmuyoruz.
İttifak tartışmaları sadece CHP etrafında dönmüyor. Ayrıca Sol- Sosyalistlerde bir ittifak arayışında. Bunun da bir ayağını HDP oluşturuyor. Sizce nasıl bir ittifakla seçime girmeli?
HDP’nin kurduğu yedili masanın değerli ve kıymetli olduğunu düşünüyoruz. Çünkü daha önce bir araya gelmemiş partiler, oluşumlar bir araya gelip ortak siyasal metin yazdılar. Kamuoyuna çağrıda bulundular, bu esasen bakıldığında siyasal bir kazanımdır. O masada yokuz, çünkü zaten HDP bileşeniyiz. O partilerinden farklı programları, hedefleri, düşünüşleri var ve bu farklılıklara rağmen orada olmalarını çok önemsiyoruz. Ama bu ülkenin geldiği noktada tek adam rejimine karşı mücadelede ortak bir tavır almanın bin tane farklı yol ve metodu var, bunlardan bir tanesi de ortaya çıkan o masadır. Biz zaten HDP ile ortak siyaset yürüttüğümüz için kendimizi bir ittifak olarak görmüyoruz. Merkezi olarak HDP’nin böyle bir çaba içine girmesini gelecek yakın dönem Türkiye siyaseti inşasında önemli bir adım olarak ele alıyoruz. Ama dediğim gibi bu salt seçim endeksli olmamalı, demokrasi ittifakına ihtiyaç var.
Nedir bu demokrasi ittifakı?
Demokrasi ittifakı sadece seçime yönelik olmayan daha bir sürecin inşası. Çünkü Türkiye’de çok uzun yıllardır bir kutuplaştırma siyaseti mevcut var. Her şeyden önce bu durumu boşa düşürmek için toplumsal ittifaka ihtiyaç var. Nedir bu? Çeşitli meselelerde hızlıca yan yana gelebilmektir, ortak tavır alabilmektir. Yerellerde bunu yapabilmektir. Bu kimi zaman ekoloji sorunu olur, kimi zaman hala güncel olan Kürt sorunu olur, bugün süren ekonomik kriz karşısında birlikte hareket edebilmek demokrasi ittifakının önünü açacaktır. Bunu yapalım seçime gidelim demek doğru değil, çünkü seçime nasıl gidileceği belli değil. Kartlar tekrar baştan karılmak zorunda kalacak. Bir çok partinin yaptığı, ilan ettiği ittifaklar boşa düşecek. O nedenle daha geniş bir demokrasi ittifakı diyoruz, geleceği ön görebilen. En baştan beri yerelden demokrasi diyoruz. Yerelden ekoloji mücadelesi diyoruz, o yüzden tepeden alınan ittifak kararlarının başarılı olmayacağını düşünüyoruz.
Kobani Davasıyla beraber HDP’nin kapatılması söz konusu, Ayrıca siz de dahil olmak üzere birçok siyasetçi için siyaset yasağı isteniyor ve bir dönem HDP ‘de çalışma yürüten üyeleriniz yargılanıyor. Erdoğan, “Türkiye’de parti kapatma defteri kapanmıştır” demişti. Davadan kapatılma kararı çıkarsa Türkiye’ye ne gibi sonuçları olur?
HDP’nin kapatılma davasını gerçekten Türkiye demokrasisi açısından bir yara olarak görüyorum. Kapatılsın veyahut kapatılmasın, davanın var olması bile demokrasinin önünde çok ciddi bir engeldir. Bu Kobani davası için de böyledir. Daha önce parti kapatma dönemi bitmiştir derken, HDP’nin bu kadar büyüyeceğini, bir Türkiye partisi olacağını, Türkiye demokratlarının, sosyalistlerinin destek vereceğini hiç planlamamıştı herhalde. Zaten 7 Haziran seçimlerinden sonra bunu planlamaya başlamıştır herhalde. Çünkü büyük bir yenilgiydi. Daha sonra kayyumlara rağmen seçimlerin tekrar kazanılması, büyük şehirleri kaybet, başka türlü baş edemeyeceğini gösteriyordu ve buna başvurdu.
Bu dava siyasi bir dava olduğu için, siyasi sonuçları olacaktır. O nedenle Türkiye’nin siyasi hayatını değiştirecek bir karar olacaktır bu. Umarız böyle bir şey olmaz, sadece HDP için değil, Türkiye için, halklar ve siyasi yapılar için büyük bir yıkım ve kayıp olur. Ve Türkiye siyasi hayatını çok zayıflatacaktır, ama sonuçta denildiği gibi HDP bir binadan ibaret değil, öyle kapanmaz diye, işte öyle bir gerçekte var ortada. Sonuçta Kürt hareketi de, onunla yol yürüyenlerde bir çözüm yolu bulurlar. Yılların vermiş olduğu siyasi deneyim ve tecrübe mevcut. Kürt halkı kime oy vereceğini sonuçta bulur ama sonuçta bu devirde böyle bir şey büyük bir yara olacaktır.
Geçenlerde meslektaşımız Altan Sancar bir kulis haber yaptı. HDP’nin kapatılması durumunda Yeşil Sol parti ile seçimlere gireceğine dair. Bu haberin bir gerçekliği söz konusu mu? HDP ve Yeşil Sol Parti bu konuda bir mutabakata vardı mı?
Hayır, tabii ki! Biz de o haberi okuduğumuzda, özelikle ben bayağı bir güldüm. Yani, siz de kabul edersiniz ki, orada bir HDP var, büyük bir kitle partisi, bütün Türkiye’nin illerinde ilçelerinde örgütlenmiş, koca bir parti. Biz evet, fikir olarak, siyaset olarak güçlü bir parti olduğumuzu düşünüyoruz. Ama HDP’nin mevcut deneyimlerini göz önüne alırsak böyle bir şey yapacağını sanmıyorum. Kurucu bileşen bir parti olmamıza rağmen söylüyorum bunu. Zaten soruya cevap Hayır! Ne bir mutabakat, ne kurullarda tartışma böyle bir durum söz konusu bile değil.
Ama biz en baştan veri kamuoyunda da söylediğimiz, benim de demeçlerimin olduğu, bizim değil bütün bileşenlerin hatta dışımızda olanların bile HDP kapatma davasına karşı hazır olmaları, herkesin durduğu yerden sorumluluk almaları gerekiyor. Bunu kamuoyuna açık toplantılarda da dile getirdik, böyle bir önem atfediyoruz bu sürece. En önemlisi hazırlıklı olmak, HDP’nin yanında durmak. Bizim de üstümüze bir sorumluluk düşerse, tüm bileşenler gibi, biz de bunu yapmaya hazırız.
Gerçekten olası bir kapatma sonucunda böyle bir süreci göğüslemeye hazır mısınız?
Yani evet. O haberde de denildiği gibi seçime girme yeterliliğinde evet. Fakat kaçırılan bir şey var. Biz bunu HDP için yapmadık. Biz uzunca bir süreçtir bunu yapıyoruz. Kendi örgütlülüğümüzü sağlamak, dağınık halde olan üyelerimizi toparlamak, il ilçelerimizi açmak konusunda bir kararı kapatma davasından çok öncesi aldık. Çünkü çoğu kadromuzu zaten HDP’ye çalışmalarına vermiştik ve bir evre sonra kendi öz gücümüzün olduğu yerlerde örgütlenme çalışmalarımıza başladık. Karadeniz’de Ege’de kimi büyük şehirlerde bunu çok önce tamamladık. Bunu zaten biz HDP hukukumuz gereği yapıyoruz. Evet, HDP önemli bir partimiz ama, kendi siyasetimizi ve örgütlülüğümüzü sağlamak gibi de bir sorumluluğumuz var. O nedenle bu haberin, kapatma davasıyla hiç bir alakası yok.
Biz geçen sene yaptığımız kongrede iki karar aldık. Birincisi demokrasi ittifakının büyütülmesi, bir diğeri örgütlenme kararıydı bu. Mümkün olduğunda Türkiye’de seçime girme yeterliliği sağlayabilecek bir düzeye gelmekti. Geçen son bahardan beride bunu tamamlamış ve seçim yeterliliğini alacak durumdayız. Tekrar altını çizmekte fayda var. Bu HDP’nin kapatılması kararıyla alakalı değil, bizim kendi kongre kararlarımız sonucunda çıkan bir karar.
Yani açıkça HDP ile alakası yok diyorsunuz?
Öyle demiyorum elbette. Her bileşenin çalışması bir noktada elbette HDP’yi de ilgilendirir. Bileşenlerinin kendi örgütlülüğünün olması HDP’nin de kazanımlarından, siyasi etkisinin büyümesi anlamına gelir. Bir HDP’nin, bir bileşenin seçim yeterliliği almış olmasını önemli buluyorum. Bu X partisi olsaydı da böyle düşünürdük. Çünkü biz gücümüzü HDP’den, HDP de bizden almakta. O yüzden ittifak değil, ortak mücadele ettiğimiz bir parti diyoruz.