AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye’ye yönelik harekât açıklamaları sonrası
birçok tartışma yaşandı. Türkiye’nin Suriye politikasının başlıca sebepleri, Ortadoğu’’da
izlediği hat ile kalıcılaşma tartışmalarının geldiği aşamayı ve Kürtlerin durumu başta olmak
üzere, Arap ülkelerinin rolünü, Suriye’nin iç savaş durumu ve günümüzdeki pozisyonu,
evrileceği noktayı Ortadoğu uzmanı gazeteci yazar Faik Bulut, Megafon Tv’den Ahmet Ayva’ya
değerlendirdi. Söyleşiden öne çıkanlar şöyle:
RUSYA KİLİT ROL OYNADI
Suriye’de 2011 yılında başlayan iç savaşın günümüze kadar hangi süreçlerden ne şekilde geçtiğine
dair önemli açıklamalarda bulunan Ortadoğu Uzmanı Gazeteci Faik Bulut, savaşa katılan devletlerin
hangi misyonu üstlendiğine ilişkin yaptığı yorumda, 2014 ve 2015 yıllarında bütün Arap ülkeleri
olmasa bile çoğuna ilaveten batılı ülkeler Avrupa, Amerika ve Türkiye’nin Suriye’yi bütünüyle
kıskaca aldığına değinerek, Suriye’nin önemli bir stratejik üs olmasından dolayı Rusya’nın devreye
girdiğini ifade etti. Bulut, Rusya’nın Libya’yı ABD’ye kaptırması sonucu aynı hataya düşmemek için
var gücüyle yanına İran’ı da alarak Suriye’yi desteklediğini ve onun bu hamlesinden sonra
muhaliflerin Suriye ile uzlaşmaya mecbur kalıp silah bıraktıklarını, sonrasında ise İdlib’e
nakledildiklerini kaydetti.
TÜRKİYE İLE IŞİD ARASINDA ANLAŞMA OLDUĞU İDDİASI
Faik Bulut, esas durumun Şam’da yaşandığına dikkat çekerek, özellikle cihatçıların İsrail’den destek
alarak Şam’ın yarısını almak üzere olduklarını; bunun üzerinde İran’ın hem Afganistan ve Irak’tan
getirdiği Şii milisler ile Hizbullah destekli güçleri seferber ettiğini, bu arada Rusya’nın yardımıyla
birlikte Şam’ın büyük ölçüde cihatçı muhaliflerden temizlendiğini belirtti. Bundan sonra devreye giren
IŞİD’in (Irak-Şam İslam Devleti) nasıl güçlendiğine dair tarihi detaylar veren Bulut şöyle konuştu:
IŞİD, Musul’u almasıyla Türkiye’nin Musul konsolosluğunu basıp içerideki görevlileri uzun süre
rehin tuttu. Bunun ardında yatan sebeplerden birinin “Türkiye’deki bazı yetkililer ile IŞİD arasında
sözlü bir anlaşma veya mutabakat olduğuna” dayalı rivayet, iddia ve söylentiler ortalığı kapladı.
Bugün bile tartışılan bu iddia, ne yazık ki hala açıklık kazanamadı. Bu da, yaşanan olaylarda birçok
karanlık noktanın olduğunu ve çözülmesi gerektiğini göstermektedir. Türkiye’nin Iraklı Sünni
liderlerle desteklediği malumdur. Bu liderlerin bir kısmı, mesela eski Musul valisi de CIA raporlarında
“IŞİD ile irtibatlı biri” diye gösterilmiştir. Bu arada Türkiyeli bazı yetkililer ile bu Iraklı Sünni
temsilciler. Irak’taki Kürdistan Bölge Yönetimi’ne gidip, “Haber ve söz aldık, IŞİD size
saldırmayacak” yolunda telkinde bile bulunabilmişler. Özetle Türkiyeli kimi sorumlularla IŞİD önde
gelenlerinin ilişkileri konusu hakkında rivayet ve iddialar eksik değil; cevaplanması gereken sorularla
doludur.”
IRAK ORDUSU IŞİD’İN YAYILMASINA ZEMİN HAZIRLADI
Irak ordusunun IŞİD saldırısı ve işgali sırasında Musul’dan çekilmesi hakkında da birçok soru işareti
bulunduğunu söyleyen Bulut sözlerini şöyle sürdürdü: “ Irak ordusu direnmeden çekildi Musul’dan.
Adeta kendi eliyle şehri IŞİD’e teslim etti. Belki eskiden devrin Irak lideri Saddam Hüseyin rejimine
hizmet eden Iraklı eski istihbaratçıları ile subayları IŞİD arasında bir anlaşma yapılmıştı bu hususta.
Her durumda şunu biliyoruz: IŞİD lideri Ebu Bekir El Bağdadi’nin operasyon, eylem ve askeri
konulardan sorumlu başyardımcısı, Saddam Hüseyin’in eski askeri istihbarat örgütü şefi idi. Belki de morali bozuk ordu, can havliyle çekildiler ama çekildi. Ama sonuçta ordu direnmedi. Oysa
askeri açıdan Musul, Irak’ın en önemli ordu merkeziydi” dedi. IŞİD’in Batılı ülkeler için büyük tehlike arz ettiğini söyleyen Faik Bulut’a göre; örgütün daha fazla büyümemesi için Amerika ve diğer Avrupa ülkeleri IŞİD’i ortadan kaldırması sonucu birçok batılı istihbarat raporu ortaya çıktı. Bu raporlarda, Türkiye ile IŞİD arasındaki temaslara değiniliyor. Türkiyeli bazı yetkililerin bu örgütü alttan alta yönlendirdikleri, eylemlerine göz yumdukları veya bir şekilde kendilerine yardımcı olduklarını dair ifadeler/saptamalar mevcuttur. Ayrıca bu işin arkasında sadece Türkiye değil; Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’ın da oldukları belirtiliyor. Mesela Katar aracılığıyla uçaklara yüklenen tonlarca silahın Balkan ülkeleri üzerinden Suriye’de silahlı mücadele veren cihatçılara nasıl ulaştırıldıkları konusuna da değinilmiştir söz konusu raporlardı. Bunların bir kısmı, peyderpey Türkiye’deki basın-medya organlarında yayınlanmıştır.
TÜRKİYE SURİYE’DE YENİ STRATEJİ DENEDİ
Bulut, anlatımını şöyle sürdürüyor: “Rusya, İran ve Lübnan Hizbullahı’nın desteğiyle ayağa kalkan
Suriye, güney bölgelerini ve Şam çevresini temizledi. Lübnan’a yakın bölgeyi temizledikten sonra
İdlib’e sıkışan sivil diye tanıtılan kesimler sıradan insanlar değil, IŞİD, El Nusra ve diğer cihatçı
militanların aile ile sempatizanlarından oluşuyordu. Suriye devleti iki şey arasında sıkıştı: Birincisi
İdlib meselesidir. Türkiye hem İdlib’e asker sokarak hem de kendi desteklediği Suriyeli milisleri
harekete geçirerek ortak askeri harekâtlar yapıyor. Bu arada kendi denetimine aldığı İdlib’te üs kurmuş
bulan cihatçıları koruyor, güvenliklerini sağlıyor. Esasen Rusya-İran ikilisi ile Türkiye arasındaki anlaşmalarda, Türkiye İdlib’teki cihatçıların garantörü, himayecisi olarak tanımlanmıştır.
Türkiye, son dönemlerde özellikle şöyle bir konsept geliştirmiştir: Milli güvenlik kavramı değişmiştir.
Bugünkü Misak’ı Milli sınırlarıyla yetinemeyiz. Biz, dışarıdan gelen türlü çeşitli saldırılara maruz
kalıyoruz. Potansiyel tehditler de var. O halde mevcut sınırları koruyabilmek için, komşu ülkelerde
veçıkarlarımızın olduğu uzak diyarlarda güvenlik alanları oluşturmalıyız. Mesela Kuzey Irak’a,
Sincar’a, Kürtlerin bulundukları Suriye’nin kuzeyindeki toprakların 40-50 km. derinliğine, Libya’ya
ve Kafkasya’daki (Azerbaycan gibi) topraklarında asker götürüp üsler kurmalıyız. Halep ile Kerkük
arasında uzanan toprakları denetimimize almalıyız. Akdeniz’de mavi vatan için mücadele etmeli ve
oradaki hakkımızı teminat altına almalıyız. Milli sınırlar ancak bu şekilde tahkim edilir. .
Aslında bu fikriyat, yeni Osmanlıcılık siyasetinin Ortadoğu’da bölgesel yayılmacılık politikasından
başka bir şey değildir.”
SURİYE’DE İSTİKRASIZLIK DEVAM EDECEK
Uluslar arası dengelerin Suriye’nin çöküşüne izin vermeyeceğini, ama Suriye’de uzun bir süre
istikrasızlığın devam edeceğini vurgulayan Bulut, bu konuda değerlendirmesi de şöyle:
“ Kendi amaçları doğrultusundan bakarsak Suriye’nin İdlib ve Afrin’i, Rojava’yı geri alamadığını
görürüz. Alması da biraz biraz zor. Arap ülkeleri İran’ı Suriye’den çıkarmak için Suriye yönetimiyle
ile işbirliği yapmaya başladılar. Katar, Bahreyn, Suudi Arabistan, BAE alttan alta hem yardımda
bulunuyor, hem de ilişki geliştiriyorlar. Suriye bir bütünsellik arz etmiyor şimdilik. İstediğini alır mı diye ciddi bir soru var? Amerika yeni politikalar geliştiriyor. Ayrıca, İsrail Sünni Arap NATO’su (askeri pakt) kurmaya başladı. Burada asıl soru şu ki, Türkiye ne olacaktır? Türkiye’nin askeri denetime aldığı İdlib, Serekaniye, Afrin gibi yerler zaten elinin altında. Ancak Türkiye bununla yetinmiyor; Rojava’da 30 ile 50 km arasında derinliğe kadar ilerlemek istiyor. Yani ‘Eskiden buralar bizimdi, Osmanlıya aitti. Biz ise Osmanlı mirasçısı olduğumuza göre buraların tapusu bizdedir. Dolayısıyla Misak’ı Milli sınırları da yanlıştı.’ Kısacası bölgesel yayılmacılık anlayışı ile hareket etmektedir.”
TÜRKİYE SURİYE’DE KENDİ EGEMENLİĞİNİ KURMAK İSTİYOR
“ Türkiye Suriye’de kalıcı olmak istiyor. Bunun sebebi ise orada bir postane, üniversite, karakollar
açılmış, bunların maaşları, oralara vali atanmış Antakya’dan idare ediyorlar. Türkiye’den maaş
alıyorlar. Okullar açıldı. Türkçe dersler veriliyor. Aldığı yerlerde kendine ait bir manda devleti kurmak
istiyor. Büyük emperyalist ülkeler dışında bir de bölgesel çapta emperyal emeller besleyen devletler
var. Dört bölgesel örneği İran, Türkiye, İsrail ve Suudi Arabistan’dır. Arabistan, Körfez Arap
Koalisyon Gücü adıyla oluşturulan bir orduyla Yemeni almak istedi ancak başaramadı. Türkiye’nin ise
yaptığı ise, Osmanlı imparatorluğuna duyduğu bir özlem, dolayısıyla fazlaca hayali ve fantastik bir
bir vizyon. Öte yandan bu savaş ve askeri müdahalelerin ekonomik kriz içindeki Türkiye’ye maddi bir getirisi de var. Mesela kendi denetimi altındaki Afrin’den patates ve zeytin gibi tarımsal maddeleri neredeyse bedavaya getiriyor. Yanına çektiği Suriyeli muhalifler aracılığıyla Halep’in sanayi komplekslerinin büyük bir kısmı ile hatırı sayılır oranda tüccar sermayesi, Türkiye’deki sınır bölgelerine getirilip yatırımlara dönüştürüldü. Libya’daki petrolden önemli oranda istifade etti Türkiye. Katar’da üs
kurdu; buna mukabil Petro-dolar yatırımları Türkiye’de gerçekleşti. Güney Kürdistan dediğimiz
bölgenin petrol ve doğalgazı kim ile geldi. Niye geliyor? Mesela Türkiye en büyük ekonomik krizini
yaşandığı bir dönemde, Türkiye Güney Kürdistan’la 22 milyarlık ticaret yaptı.”
UKRAYNA SAVAŞI DENGELERİ DEĞİŞTİRDİ
“Geçmişte gördük ki Türkiye Afrin’i alırken sırtını Rusya’ya dayadı. Serikaniye’yi ise Trump ile
anlaşarak aldı. Türkiye büyük devletlerin onayı olmadan bu emellerini gerçekleştiremezdi. Suriye
üzerinde, iki büyük devlet arasında bir mutabakat var. Ukrayna’daki savaş, fazla yayılır ise Amerika
ile Rusya ciddi şekilde karşı karşıya gelirlerse Amerika cephe açmak isterse, Suriye ve Ortadoğu’da
Türkiye’yi destekleyecektir. Rusya, şimdilik Türkiye’ye çok büyük bir fırsat vermez. Türkiye
Suriye’de çok fazla ilerlerse bu Rusya’nın işine gelmez. Bu durumda Rusya, silahlı Kürt hareketine
destek verir. Rusya’nın kapısı,Türkiye’nin müdahale etme tekliflerine şimdilik çok açık değil. Bizim
beklediğimiz ani gelişmeler olmadığı sürece. Ukrayna savaşı bir şeyleri biraz daha değiştirdi. Avrupa
Türkiye’ye biraz daha sempati duymaya başladı.”
KÜRTLER İKİLİ OYNAMALI
Bildiğim kadarıyla Amerika ve Rusya tarafından Türkiye’ye uyarı gitmiş. Ankara oraların
hareketlenmesinden bir şey koparabilir miyim diye düşünüyor. Varsayalım ki Türkiye Suriye’ye
girdi. Amerika ve Rusya bunu emrivaki olarak kabul etmeseler bile karşı da çıkamazlar. İşte o zaman
Kürtlerin pozisyonu ikilidir. Afrin konusunda çok ciddi bir hata yaptılar. Afrin’de direnmeyecekerdi.
Münbiç gibi yapacaklardı. Rusya ve Suriye’ye bayrak anlamında teslim edeceklerdi. Kürtler şu anda
başarılı gibi gözüküyor diplomaside. Eskiden Amerika’yla yakın oldukları için Rusya Kürtlerin burnu
sürtsün diye onay veriyordu. Rojava dediğimiz bölgede Amerika’nın stratejik hesabı vardır.
Kandildeki Kürt hareketini bir şekilde hizaya getirmek, Rojava’daki Kürt hareketi ile birlikte
Rojava’yı uzun vadede elini tutmak isterken, Güney Kürdistan ile Rojava yönetimini uzlaştırıp sabit
hale getirip İran’a karşı bunu kullanmak istiyor. Joe Biden’ın gelmesiyle Rojava kendini toparladı.
Türkiye’nin ise niyeti kendi Kürdümü döveyim ama komşudaki Kürdü seveyim. Ama bir şartla benim
himayem altında olsunlar o Kürtler. Türkiye makbul Kürt politikasını Güney Kürdistan’da uyguladı.
Türkiye kendi Kürt politikasını uygularken, Amerika Kürtleri İran’a ve Suriye’ye karşı kullanmak
istiyorsa, Türkiye söz hakkına sahip olacaktır. Devletler akraba gibidir. Amerikalıların örgütler ile
yaptıkları şey ikinci derecede işlerdir. Son tahlilde örgütü mü tutarlar yoksa devleti mi? Tabii ki
devleti seçerler. Devletler birbirlerini tutarlar. “
‘ROJAVA’DAKİ KÜRTLERİ ORTADAN KALDIRALIM’
“Beşar Esad ve Baba Esad’ın geçmişten bugüne hala Kürtlerin haklarını teslim etmeye dair en ufak bir
hareketi yok. Sıkıştıklarında bazen de Rusya’nın arabuluculuğun da görüşüyorlar. Fakat bu
görüşmeler hiçbir sonuca bağlanmadı. Türkiye’nin şöyle bir teklifi geldi. Moskova’daki Türk
istihbarat yetkilileri ve Suriye istihbarat yetkilileri birkaç ay önce Moskova’da görüştüler.
‘Rojava’daki Kürtleri ortadan kaldıralım, sonra biz kendi aramızda anlaşırız’ diye görüşme sağlandı.
Bu konuda hem fikirler ama anlaşmadıkları nokta şudur: Türkiye’nin niyeti belli değil. Suriye iseşöyle
düşünüyor: Diyelim ki Kürtleri imha ettik.’ Türkiye Kürtleri mahvedince Rojava ve İdlib’den çıkar
mı? Dertleri bu. Bu çelişkiler, arada bir çatışmaları getirir. Aynı şey Kürtler ve Suriyeliler için de
geçerlidir.”
KÜRTLER DİPLOMASİDE MANTIKLI KARARLAR ALMALI
Kürtlerin dört parçada olmasının getirdiği problemler var. Ama ayrıca da örgütler, siyasi ve ideolojik
olarak farklı bakış açıları var. Farklı uluslar arası ilişkileri de onların en önemli açmazı. Ayrıca dört
devlette olmaları her devletin kendince Kürtleri birbirine düşürmeye yönelik benimsedikleri taktikler
var. Bunlar da oldukça önemli bu yüzden çok zor. Bunlar çok engel değil ama baktığımız zaman biraz
pragmatizme oynuyorlar. Güney ve Kuzey’deki Kürtlerin birleşmesi sırasında Erbil’deydim. KDP
yanlısı birini Türkiye’den Erbil’e çağırdılar. İran’da yine KDP ‘ye yakın şahısları çağırarak kulis
yaptılar. Birleşmeye yönelik engeli Türkiye koydu. Amerika da ve İran da başka türlü engel koydular.
Güney’deki Kürt yönetimi Türkiye’nin sözünü tuttu. Siyasi engeller var. Fakat Kürtler şunu
düşünemiyor. Bizim öncelikle bir tarlamız olmalı, sonra ne ekeceğimize karar veririz. Kürtler o
tarlanın sahibi olmadan benimdir, senindir kavgasına giriyorlar. Kürtlerin bir egoizmi var. Örgüt
egoizmi diyelim. Dolayısıyla bu yüzden olmuyor. Yüzde 70 bölge devletlerin müdahalesi de söz
konusudur. Kürtlerin ilk elde diplomaside ortaklaşması, ardından ortak ekonomik altyapının olması,
bir şekilde Kürtlerin askeri ve milis güçlerinin olması lazım. Bunlar olmadan Kürt birliği olmaz.
Söyleşinin tamamı Youtube kanalımızda…