SportifMag yazarı Utku SÖZERİ: Futbolda makası döviz kuru açıyor

 

Türkiye, uluslararası sermayenin kendisine biçtiği bu görevi kabullendikçe bu makas açılır ve daha da açılacak.”

Utku SÖZERİ

Bu tabirle kastedilen Türkiye takımlarının Avrupa kupalarında rekabet edebilme gücünü neredeyse tamamen kaybetmiş olmaları. UEFA ülkeler sıralamasında Türkiye 18. sıraya kadar geriledi. Uzun yıllar 10. Sıra civarında dolaştıktan sonra bu düşüş elimizdeki sayısal göstergelerden biri. Fakat asıl gösterge: özellikle Şampiyonlar Ligi maçlarında, kulüp takımlarının aldığı kötü sonuçlar. Hatta sonuçlardan da bağımsız sahaya yansıyan aciz oyunları, açıkça göze çarpan, rakiplere ne fiziksel ne de taktiksel açıdan ayak uydurulabilmesi durumu. Aslında bu noktaya bağıra bağıra gelindi. Senelerdir Avrupa’nın deyim yerindeyse ‘posası çıkmış’ yıldızlarından medet uman ve öz kaynaklarından neredeyse hiç oyuncu yetiştirmeyen kulüplerimiz, menajerlerin oyun alanı haline getirildi. Yüksek maaşlı, modası geçmiş yıldızlar kendilerinden beklenen mucizeyi yaratamadı ve üst üste mağlubiyetler birbiri ardına sıralandı. Ancak işin bir de ekonomik tarafı var ki bu alandaki uçurum daha da kapanmaz gözüküyor. Yani Anelka’lar, Drogba’lar yerine artık Morutan’ları, Mustafa Mohammed’leri izliyor olmamız doğrudan ekonomi politikaları ve kur krizlerimizle alakalı. Süper lig kulüplerin toplam borcu milyar Euro seviyesini aştı ve bu borç her sene artarak devam ediyor. Bu borcun büyük bölümünü de döviz üzerinden ödenen yabancı futbolcu maaşları ve transfer harcamaları oluşturuyor. 2018 yılında yerli futbolcularla döviz üzerinden sözleşme yapılmasının yasaklanması ve devamında yabancı oyuncu sınırı getirilmesi gibi beyhude çabalara girişilse de sonuç alınması mümkün değildi. Zaten bu kısıtlamalar da Avrupa kupası maçlarında rekabet gücünü arttırmaktan çok zayıflatacaktır. Zira Avrupa’da mücadeleci olmanın yolu, hem fiziksel olarak üst düzey performans sergileyebilen, tempolu bir takım olmak hem de bu performansı taktiksel bütünlükle birleştirebilecek zihinsel gelişimini de sağlamış oyunculardan oluşan bir kadro kurmaktan geçiyor.

“AVRUPA LİGLERİ, TÜRKİYE LİGİNDEN DAHA UCUZ”

Türkiye’nin içine çekilmeye çalışıldığı bu yatırım cenneti, ‘ucuz ülke’ modeli bu makasın açılmasının öncelikli gerekçelerinden biri. İşaret edildiği gibi düşük faiz, yüksek kur, yüksek enflasyon politikalarına devam edildiği sürece futbol sıradan insanlar için giderek bir lüks haline gelecek ve Tunus’un Club Africain takımı taraftarlarının ünlü tribün koreografisinde söylendiği gibi ‘yoksullar tarafından yaratılan oyun, zenginler tarafından çalınacak’. Yani futbol sahaları ve tribünleri yoksullar için erişilemez hale gelecek. Aslında kriz kendi içinde bir ironiyi de barındırıyor. Zenginlerin daha da zenginleşmesi için var olan bu düzen, bu ülkedeki zenginleri dahi tuttukları takımlarının Avrupa ile rekabet edemediği bir futbol iklimine mahkûm bırakmış oluyor. Hele ki içinde bulunduğumuz teknoloji çağında, yeni kuşak futbol severler için Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde futbol liglerine ulaşmak ve onlar hakkında çok daha kaliteli yayınları izlemek oldukça kolay ve hatta Türkiye liginden daha ucuzken bu durumun bir tepkiye sebep olacağını öngörmek zor değil. Bu tepki, belki de uzun vadede futbolun toplumla zaten uzun süredir sallantıda olan ilişkisini daha da zedeleyecek ve yaygın yerel taraftarlık kültürünü de yok edecek. Elbette bu aidiyet ve taraftarlık duygularının da hesaba katılması gereken ayrı ve uzun bir tartışma ama zemindeki değişiklik yapının üstünde de mutlaka etkiler gösterecektir.

“ŞİRKETLEŞEREK SATIŞA ÇIKARILMALARI GÜNDEME GELEBİLİR”

Mevcut kalitesiyle ve işleyişiyle (eğer siyasi amaçları da olan bir devlet şirketi değilse) aklı başında hiçbir yabancı kuruluş Türkiye’de futbol ortamına girmez, buradaki kulüplere sponsor olmaz. Dolayısıyla gelirlerinin büyük kısmı Türk Lirası cinsinden (sponsorluk, stadyum bilet ve kombine, forma ve ürün satışları) , giderlerinin büyük kısmı ise (futbolcu maaşları ve transfer/menajer ücretleri) döviz cinsinden olan kulüplerimizin Avrupa ile aralarında oluşan ekonomik farkı kapatmaları mümkün değil. Bu ekonomik uçurum devam ettiği sürece de Avrupa’da rekabet edebilecek oyuncuları kadrolara katmak da haliyle mümkün olmaz. Buraya getirmek istediğiniz oyunculara talep ettikleri maaşları veremezsiniz. Biraz form tutan oyuncularınız, sizin için çok yüksek ama Avrupalı kulüpleri için oldukça makul bulunacak paralar teklif edilerek, transfer olup giderler ve ne kadro istikrarı sağlanabilir ne de sürekli bir başarı yakalanabilir. Dolayısıyla Türkiye, uluslararası sermayenin kendisine biçtiği bu görevi kabullendikçe bu makas açılır ve daha da açılacak. Makasın açılması kültürel kırılmayı da beraberinde getirecek. Belki de takımlarımız için yönlerini batıya değil doğuya dönme, Asya ve ya Afrika’da düzenlenen turnuvaları hedefleme gündemleri oluşacak. Tüm bunlar Türkiye için uluslararası futbol hiyerarşisinde yeni bir konum anlamına da geliyor. Türkiye Avrupa’da rekabet eden değil oraya oyuncu yetiştiren bir ülke, bir nevi gelişim ligine dönüşecek. Görünen o ki kulüpler için çeşitli kamu kaynaklarından örtülü olarak fonlanma devrinin de sonu geliyor. Bu düzene ayak uyduran kulüpler ayakta kalacak, ayakta kalamayanlar ise belki de tartışmalı bir başka konunun yani şirketleşerek satışa çıkarılmaları konusu olacak.

“YETENEKLERİMİZİ HATIRLAMAKTA FAYDA VAR”

Diğer yandan her krizde olduğu gibi bu kriz de kendi fırsatlarını barındırıyor. Alışık olduğumuz menajer oyunlarından ve yolsuzluklardan kurtularak yeni durumu kavrayan ve buna göre yönetilen bir kulüp için bu iklim ciddi bir sıçrama imkânı sunuyor. Kariyerlerinin sonuna yaklaşmış, tükenmiş oyuncular yerine genç, potansiyelli oyunculara yönelecek ve transfer ettiği bu oyuncuları bilimsel bir program çerçevesinde geliştirmeyi ön plana alacak bir kulüp, bu oyuncuların Avrupa kulüplerine satılması ile elde edeceği bonservis bedelleri ile ciddi bir fark yaratabilir. Şöyle bir örnek üzerinden gidebiliriz. Bir kulüp 2-3 senelik bir planlama ile 20’li yaşlarının başındaki potansiyelli oyuncuları transfer edip bu oyuncuların gelişmesi için biraz sabır gösterilse Avrupa kupalarında oynadıkları birkaç iyi maç bile bu oyuncuların hemen dikkat çekmesini sağlayacaktır. Artık Avrupa piyasasında oldukça normal bedeller olarak görülen 25-30 milyon euroluk bonservis bedelleri ile satılabilecek birkaç oyuncu mevcut döviz kurları ile ligimizdeki bir takımın ekonomik yapısını kökten değiştirebilir ve hatta benzeri bir yolu izlemeyen kulüplerden köklü bir kopuşu da beraberinde getirir. Elbette alt yapılarda kıymeti bilinmeyip Avrupa kulüplerinin radarına takıldıktan sonra kaçarcasına ayrılarak kariyerlerini oralarda sürdüren yeni nesil yeteneklerimizi bu noktada hatırlatmakta yarar var. Hemen belirtmeli ki: burada kopuş diye bahsedilen şeyi bir kurtuluş gibi anlamak hatalı olacaktır. Avrupa futbol hiyerarşisinde alınabilecek potansiyel yeni bir konum, futbol kapitalizmin dışına çıkılan bir kurtuluş olarak anlaşılmamalı. Mevcut durumda her ikisi de olamadığımızın altını çizerek bu projenin rekabetçi bir futbol takımına değil bir çeşit iddiasız akademi takımına dönüşüm olduğunu vurgulamakta yarar var. Elbette bu topraklarda alışık olmadığımız bir başka mesele de planlamaya sadık kalarak 3-4 sene bu sportif projeyi sürdürebilmek. Örneğin Galatasaray yeni yönetimiyle bu sezona böyle bir proje ile başladı ama kulübün geçmişinden aşina olduğumuz dinamikler, projenin sonuçlanmadan bir takım rant beklentilerine ya da ego çatışmalarına kurban gideceği yönünde kuvvetli bir şüphe yaratıyor.

“BU OYUNA MEFTUN DÜŞÜYORUZ AMA” 

Türkiye tarihsel bir kırılımın eşiğinde. Yakın dönemde verilecek mücadele ve yürütülecek politikalar geleceğimize ilişkin kalıcı sonuçlar doğuracak. Gelir düzeyimizi, hayat standartlarımızı, tüketim alışkanlıklarımızı ve kültürel hayatımızı belirleyecek çetin bir fırtınanın içerisindeyiz. Fırtınadan çıkış yönümüz, çocuklarımızı nasıl bir okula göndereceğimizi de sahalarda hangi futbolcuları izleyeceğimizi de belirleyecek. Biliyoruz ki: gerek özel gerekse toplumsal alanda hiçbir konu ekonomik, sınıfsal ve politik bağlamdan kopuk düşünülemez. Çoğu zaman bu oyuna meftun olmuşlar olarak duygusallığımıza yenilsek de futbolun da bundan istisna olmadığını unutmamalıyız.

Bizi Takip Edin!
Son Haberler
%d blogcu bunu beğendi: